Skip to main content
Turkiet
3 min read

Sütçü ve Polis

Credits Text: Can Dündar September 21 2017
37 yıldır gazeteciyim.
Meslek hayatımın en zorlu dönemini yaşıyorum. Askeri dönemlerde de gazetecilik yaptım, ama ne bu dönemki gibi hapis yatmış, ne kurşunlanmış, ne sürgüne zorlanmış, ne bu kadar gazetenin kapatıldığını, bu kadar gazetecinin işsiz bırakıldığını görmüştüm.
Son 5 yıl içinde bir politikacının medyayı adım adım ele geçirişine tanıklık ettik. Bunun nasıl başarıldığını kısaca özetlemek istiyorum:
Erdoğan, sık sık, “Biz manşetlerle savaşarak iktidar olduk” der.
Doğrudur. Gerçekten 15 yıl önce, neredeyse bütün basının karşı çıkmasına rağmen (belki de o sayede) iktidar oldu. Hem ülkesindeki liberalleri, hem Avrupa kamuoyunu, “ılımlı İslam” çizgisinde olduğuna ikna etti. Zamanla iktidarından zehirlendi. “Ilımlı” cilası dökülünce geriye “İslamcı” kimliği kaldı. Ve önüne çıkan her engeli yok etmeye ya da ele geçirmeye girişti:
Orduyu, Meclis’i, muhalefeti, sermayeyi, üniversiteyi, yargıyı ve nihayet medyayı…
Bu sonuncusu en kolayı oldu.
Erdoğan, medyayı ele geçirmek için 3 hamle yaptı:
Önce merkez medyayı, çok ağır vergi cezalarıyla dize getirdi. Onları gazetelerini, televizyonlarını satmaya zorladı. Gülenci olmakla suçladığı televizyonları da ya kapattırdı, ya kayyım atadı.
Sonra kendisine yakın işadamlarına, büyük kamu ihaleleri karşılığında bu gazete ve televizyonları satın aldırdı. Böylece doğrudan kendisine bağlı bir medya ordusu kurarak onu önce kalkana, sonra silaha dönüştürdü.
Geri kalan birkaç muhalif gazete ve televizyonu da ağır hapis cezaları ve sansürle baskı altına aldı. Şu anda Türk hapishanelerinde 150 gazeteci bulunuyor. Bir gazetecinin hapsedilmesiyle oluşan korku ikliminin, yüzlercesinin susturulmasına yol açtığı da bir gerçek.
Bu strateji, Erdoğan’ı Türkiye’nin en büyük medya patronu yaptı. Biz ise şimdi sadece onunla değil, onun medyasıyla da mücadele etmek durumundayız.
Yani; “manşetlerle savaşıyoruz.”
Halen en çok izlenen 10 TV kanalından ve en çok okunan 10 gazeteden 7’si hükümete yakın işadamlarına ait. Gerçeği yazmak, neredeyse imkânsız hale geldi. Erdoğan’ın giderek kalınlaşan yolsuzluk dosyalarını işlemek, çamura saplanan dış politikasını, diktatörlüğe gidişini eleştirmek, hapsi göze almayı gerektiriyor.
Bunu yapmaya çalışan gazetemin bütün Vakıf yönetimi, genel yayın yönetmeni, 3 yazarı, hatta karikatüristi, bir sabah baskınıyla tutuklandı. 220 gündür yargıç görmeden hapis yatıyorlar.
O davanın bir numaralı sanığı olan ben, gazetenin yayın çizgisini değiştirmekle suçlanıyorum. Bir savcının, yayın politikası belirlediği bir ülkeden söz ediyoruz.
Churchill, demokrasiyi, “sabah kapınız çalındığında gelenin sütçü olduğundan emin olduğunuz rejim” diye tanımlar. Biz, sabah kapımız çalındığında, gelenin polis olduğundan eminiz artık...
İnsan, hava gibi, su gibi, özgürlüğü de hazır bulduğunda, ebediyen var olacağını sanıyor. Ancak ne kadar kırılgan olabildiğini, ne kadar çabuk kaybedilebildiğini görünce, onu hak etmek için savaşması gerektiğini anlıyor.
Şimdi bizler, seher vaktinde kapımızı sadece sütçülerin çalacağı bir ülke için mücadele ediyoruz.

Like what you read?

Take action for freedom of expression and donate to PEN/Opp. Our work depends upon funding and donors. Every contribution, big or small, is valuable for us.

Donate on Patreon
More ways to get involved

Search