Skip to main content
Turkey
5 min read

TÜRKİYE’DE GERİLLANIN YÖNETMEN KIZI OLMAK

Yazar, Türkiye’nin en enteresan genç film yapımcılarından biri olarak kabul edilmektedir. Aşağıda fikir özgürlüğünün sınırlarıyla tanıştığı anı ve kürt bir gerilla olan ve hemen hemen hiç tanıyamadığı babası hakkında bir film yapmak istediğinde neler olduğunu anlatmaktadır. Neticesinde… dikkat çeken bir belgesel ”Ben uçtum sen kaldın” (2012) – ve cezaevi...

Credits Text: Anonim January 08 2013

Sabahın sessizliğini apartmana dolan ayak sesleri bozdu. Saat 5.00’ti, saati iyi hatırlıyorum çünkü çıktıktan sonra bile saat 5 olmadan uzun süre uyuyamadım. Kapının önünde durdular, kapıyı sertçe çaldılar. Yatakta gözlerim açık, kapıyı dinliyordum. Evde birilerinin “kim o” sorusuna "açın kapıyı polis" yanıtını verdiler. İçeri girip adımı söylediler, beni götürmeye geldiklerini. Her şeyi yatağımda uzanmış halde dinliyor ama kalkmıyordum. Daha önce de rüyamda pek çok kere gözaltına alındığımı görmüştüm. Annem odamın kapısı önüne gelip, "korkma seni almaya geldiler" dedi. Bu kez yatakta oturdum, içeri gelebileceklerini söyledim. Birkaç polis peş peşe içeri girdi, annemin sararmış yüzünü gördüm. Hala sakindim. İki yıldır gelmelerini bekliyordum. Eşyaları karıştırmaya, bomba, silah gibi suç unsuru aramaya başladılar. Elinde silah, üzerinde gerilla kıyafeti olan bir adamın fotoğrafını aradıklarını bulmuş gibi sevinçle, “işte yakaladık” dercesine gözlerime önüne tuttu biri. Fotoğraftaki “gerilla”, babamdı.

O gün eve polislerin baskın yapmasının sebebi Irak’taki Mahmur Mülteci Kampı’na babamla ilgili bir film çekmek üzere gitmemdi. Mahmur’a yolculuk, önce İstanbul’dan Ermenistan’a gitmemle başladı. Erivan’a Türkiyeli Ermeni Sinemacılar Platformu için gittiğimde orada bir kızla tanıştım, tesadüfen Irak’taki mülteci kamplarında kaldığını öğrenince, “Kızıl Kemal’i tanıyor musun?” diye sordum, “tanıyorum o benim babam” dedi. Hiç görmediğim babam, mülteci kamplarında büyüyen başka çocukların babasıydı. Çok kıskanmıştım ama bu karşılaşma bende yıllardır biriktirdiğim suskunluğun patlama noktası oldu, artık eskiye dönemedim. Oraya gitmek zorundaydım. Bu çocuklardan onu dinlemek, onunla yüzleşmek, onunla barışmak zorundaydım. Döndükten sonra bir yıl boyunca gitmenin yollarını aradım, tek başıma gitmeye korktuğum için bir kamerayla gitmeye karar verdim, o gün baskın yapılmasına neden olan da, bu yolculuk ve bu yolculuktan ortaya çıkan filmdi.

Sorguda suç diye önüme sundukları her şey filmimizin malzemeleriydi, film onlara suç, bana göre suçsuzluğumun deliliydi. Filmin kameramanı Özay Şahin de -ki tüm ekip ikimizden oluşuyordu- gözaltına alınmıştı. Filmimizi, “Ben Uçtum Sen Kaldın”ı ilk izleyen savcı oldu, o şekilde bırakıldık. Bu aynı zamanda bir bakıma belgeselin son sahnesiydi. Türkiye’de film yapmanın bedeliydi. Türkiye’de sinema her ne kadar devlet destekli olsa da, sizi kırmızı hatlar içinde hapseder. Mesela Ermeni meselesinde, Kürt meselesinde bir film yaptığında bu filmin duracağı yeri bilmelisin, bu bizzat destek veren kurul üyeleri tarafından da ifade edilir.

Doğumumdan birkaç ay sonra gerillaya katılan babamı bir masal kahramanı gibi nenemden dinleyerek büyüdüm. Çocukluğumda bir kaset göndermişti, onunla değil ama sesiyle tanıştım ilk kez. Bir gün bir yerde var olduğunu ispat etmek istiyordum, neden gittiğini anlamak, beni sevip sevmediğini, düşünüp düşünmediğini bilmek istiyordum. Bize gönderdiği o kasette propaganda yaptıktan sonra herkese selam edip sonra “kızıma” da deyip kuru bir selamla geçiştirmişti, benim için hayal kırıklığıydı, bana özel bir şey demesini en azından adımı kullanmasını bekliyordum.

Bu film için yaptığım yolculuk 2009 Kasım ayında, Türkiye’de “demokratik açılım” sürecinde Mahmur’dan ilk grubun gelişinden hemen sonra tersine bir yolculuk olarak gerçekleşti. Naif bir inanışla bu filmi yaparsam barışa katkı sunacağımı, kalpleri yumuşatacağımı, kimi milliyetçi Türklere bir gerillanın hikayesini anlatabileceğimi, onu bir baba-kızın insani duygularında buluşturacağımı düşünüyordum, sürecin daha da sertleşeceğini tahmin edemezdim.

Gözaltındayken benimle beraber klasikleşmiş Dünya sinema tarihinin önemli filmleri, kasetlerim, notlarım, günlüklerim de gözaltına alındı, çıkışta bana Bela Tarr, Bergman filmlerini de kapsayan 182 dvd’yi, daha doğrusu şüpheli suç materyallerini verdiler.

Mahmur’dan döndüğümde belgesel yapmak yerine kurmaca yapmak istedim; kurmacada kaçış yollarınız hep vardır. Belgeselde katı gerçeklikle yüz yüzesiniz. Senaryoyu yazdım ama kurmaca fikri ‘sahte’ gelmeye başladı. İlk ham görüntülere dönüp, ilk kez deneyimlediğim, yüzleşmesini, çatışmasını yaşadığım görüntülerden belgeseli kurgulamaya başladık. Nenemin hatırlattığı küçükken babamın hep söylediği tekerleme filmin adı oldu: “Ez firiyam tu mayî li cih” (Ben Uçtum Sen Kaldın). Tekerlemedeki gibi o uçmuş, biz kalmıştık.

Gözaltına aldığım gün İstanbul Film Festivali’nde kurmaca filmlerle beraber ulusal yarışmaya Kabul edildiğini henüz öğrenmiştik. Gözaltındayken tutuklanırsam en çok prömiyerinde salonda olamamak beni korkutuyordu. Film gözaltıdan çıktıktan iki ay sonra İstanbul Film Festivali’nde istanbuldan en eski sinema salonunda (Atlas Sineması), çok güzel bir seyirciyle prömiyer yaptı.

Gözaltına alınmadan önce yeni bir film projesi üzerine çalışıyordum. Gözaltından çıktıktan sonra yaptığım işleri, kendimi, yaşadığım ülkeyi sorgulamaya başladım. Gerçek bir hikâyeden esinlendiğim bu senaryoda çocuklar iş teknik dersinde yeni bir büst yapmaya çalışırken kazayla Atatürk büstünü düşürürler ve burnun kırılmasına yol açarlar. Türkiye’de Atatürk tabu olduğundan bu durum çocukların başına iş açar, sorgulanırlar, bir türlü kazayla kırdıklarını anlatamazlar. Şimdi daha iyi anlıyorum ki, Türkiye’de bu filmi yapmak zor ve hep zor olacak. Neden aşk, aile, çocuk ya da sadece komedi filmi yapmıyoruz? Neden hep savaş uçaklarının sesleri, kimlik kontrolleri, çatışmada ölen asker, gerilla cesetleri giriyor filmlerimize?

Sanatınızdan ötürü gözaltına alınmak, yaptığınız işin önemini pekiştiriyor diğer yandan, ciddiye alındığınızı, yaptığınız işten korkulduğunu, iktidarları yıkıp inşa edebileceğinizi, sözün ve metnin en güçlü silah olduğunu… Türkiye’de gerillanın yönetmen kızı olmak demek ise, bir filmi yaparken iki kere düşünmeniz demek…

Like what you read?

Take action for freedom of expression and donate to PEN/Opp. Our work depends upon funding and donors. Every contribution, big or small, is valuable for us.

Donate on Patreon
More ways to get involved

Search